Hayat, bazen beklenmedik sürprizler ve zorluklarla dolu olabilir. Ancak hiç tahmin etmediğiniz bir anda, kendinizin yok sayıldığını öğrenmek, belki de en kötü senaryo. Son günlerde “ölü” olduğuna dair mektuplar alan yaklaşık 6 bin kişi, bu durumla karşı karşıya kaldı. Bu haber, yalnızca trajik değil, aynı zamanda düşündürücü bir meseleye de dikkat çekiyor: Bireylerin kimlikleri ve varoluşları, bürokratik sistemlerin yanlış uygulamalarıyla ne denli tehlikeye girebilir? Her biri kendini “yaşayan bir ölü” olarak tanımlayan bu insanların hikayesi, herkesin ilgisini çekecek bir olay olarak ön plana çıkıyor.
Yaşadığı ülkede devlet kayıtları üzerinden yapılan güncellemelerdeki hatalar, tarihi bir sosyal olayın önünü açtı. Devlet otoriteleri, çeşitli sebeplerden dolayı yanlışlıkla ölü ilan edilen bireyleri, kendilerini aklamak zorunda bırakıyor. Kayıt sistemleri üzerinden yapılan incelemelerde, geçmişteki olaylar ve güncellenmiş veriler bir araya gelmiş ve bu durum, kargaşaya yol açmış durumda. Mektupların gönderildiği kişiler, mektupların kendilerine ulaştığında, hayatta olduklarını ispatlamak zorunda kalıyorlar. Bu kişiler 1 ile 20 yıl arasında, hayattayken, adreslerine gelen “ölü” bildirimlerini almakta. Yaşayan bireylerin, kendilerini hukuken hayatta gösterebilmek için gerekli belgeleri toplaması ve gerektiğinde avukatlarla görüşmesi gerekiyor. Kimi durumlarda, bu kişiler “ölüler” olarak kayıtlı oldukları için, devlet desteklerinden, sağlık hizmetlerine kadar birçok hakkı kaybetmiş durumda.
Sadece kimlik kaybı değil, aynı zamanda yaşam mücadelesi. Çünkü, ölü ilan edilen kişilerin bazıları, yurt dışında ikamet ediyor. Bu durum, onların dönüşlerini, vinçler içerisindeki yüklerin düşmesini bekler gibi, daha da zor hale getiriyor. Aileleri, yakınları ve sevdiklerinin yanı sıra, sosyal medya üzerinden kendilerini kanıtlama mücadelesi veren bu kişiler, adeta “ölü” gibi hayat sürdürmek zorunda kalıyor. Hayatta olduklarını kanıtlamak için bir dizi prosedürü yerine getirmek durumundalar: Nüfus dairelerine başvurular, mahkemelerdeki itiraz süreçleri ve çeşitli belgelerin toplanması, günümüz dünyasında teknolojinin sunduğu olanaklarla daha da karmaşık bir hale geliyor. Üstelik, bazıları bu süreçleri başlatmaya dahi cesaret edemiyor; zira, hala “öldüklerini” düşündükçe, mevzuya dair belirsizlik daha da artıyor.
Bu şartlar altında, 6 bin kişi, sadece kendi ölü olmadığını kanıtlamak için değil, aynı zamanda kendi yaşamlarını yeniden inşa etmek için bir seferberlik sürecine girmiş durumda. Destek grupları ve sosyal medya ağları üzerinden birbirleriyle iletişim kurarak, yaşadıkları zorlukları paylaşmakta ve deneyimlerini aktarmaktadırlar. Birbirlerine moral vermek, bilgi paylaşımında bulunmak ve mücadelelerinde yalnız olmadıklarını hissettirmek, bu grup için oldukça önemli bir nokta oluşturmaktadır.
Sonuç olarak, “ölü” ilan edilen 6 bin kişi, hayatta olduklarını kanıtlamak için yaşadıkları zorlu süreçlerle başa çıkmakta ve “ben buradayım” demekte kararlıdırlar. Bu süreç, sadece bireysel mücadelelerle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda dolaylı olarak toplumsal bir tartışma ve bilinçlenme ortamı yaratmaktadır. İnsanların, bürokratik sistemler karşısındaki hakları yeniden sorgulaması, böyle trajik olayların yaşanmaması adına ise kritik bir hale gelmiştir. Gelişmeler takip edildikçe, bu kişilerin nasıl bir sonuç alacağı merakla beklenmektedir.